31 Aralık 2016 Cumartesi

Yaşam mı Ölüm mü?


Yaşamdan mı yoksa ölümden mi yanayız?
Yaşamdan kim vazgeçebilir? Öyle kolay mı dünyanın sensiz döneceğini kabul edebilmek, sevdiklerinden ayrılmaya rıza gösterebilmek? Yaşamdan vazgeçmek tümden umudunu kaybedip karanlığa gömülmek değil de nedir?
Ölüm korkutucudur; nasıl olduğunu, ölüm anında ne düşüneceğimi, acı çekip çekmeyeceğimi bilemediğim koskoca bir boşluk. Her bilenemezliğin korkuttuğu gibi korkutur beni ki bir de bunun 'ölüm sonrası' ne olacak bilinmezliği de var.
Ölümden hep korktum, çocukluğum ve özellikle ergenliğim ölümü düşünmekle geçti. Bir ara 'yangın olsa nasıl kurtulurum, arabayla denize düşsem ne yapmalıyım?' gibi soruların yanıtlarını aradığımı anımsıyorum Zaman ilerledikce ölüm korkum azaldı ya da belki ölümü daha az düşünmeye başladım. Ölmek istemem, uzun yıllar akıl ve vücut sağlığım yerinde yaşamak isterim- akıl sağlığımı yitireceksem yaşamanın ne anlamı var? En çok da ileride neler olacak, neler keşfedilecek, neler icat edilecek, dünya nasıl bir yer olacak, barış egemen olacak mı, insanlık nereye gidecek vs. tüm bunlara şahit olmak için ölmemeyi isterim.
İnsan yaşamaktan korkar bazen, bugünlerde düşünüyorum bunu, yaşamaktan korktuğumu. Hiçbirimiz durağan yaşamıyoruz, kafalarımızın içinde binlerce düşünce var. Hareketsiz bir insan düşünün yani aktif bir sosyal hayatı olmayan ama okuyan, gündemi takip eden birini. Böyle biriyle konuşmaya başladığınızda size anlatacak bir sürü şeyi vardır çünkü düşünür, tartar, biçer, sorgular. Durağan bir yaşam inişleriniz çıkışlarınız olmayacak anlamına gelmez. Düşünmek öyle bir eylem ki zamanın durduğunu hissettirir insana. Ezcümle yaşadığımız her şey dış etkenlerle düşündüklerimiz ve onları nasıl aktardıklarımız bana göre.
Etrafınızda savaşlar, cinayetler, acımasızlık, hoyratlık, bezginlik hakimse eğer, siz de yaşamaktan korkmaya başladığınızı hissediyorsunuz, mücadele gücünüz azalıyor. Ve elbette günlerin, ayların, gelecek yılın ne getireceğinin belirsizligi bu korkuyu besliyor.
Düşünmesek geleceği, sohbetler çözümsüz ve içi boş politik konusmalara yenik düşmese yaşamayi daha çok isteyeceğim. 
Ve bir de barış olsa, kanatlarından damla damla sevgi akan barışın kuşları tüm dünyayı kuşatsa, işte o zaman ne ölümden ne de yaşamaktan korkarım.

İstanbul, 31.12.2016

3 Aralık 2016 Cumartesi

Hoşçakal Arkadaşım Dublin!

Çok sevdiğim Dublin'den ayrılma vaktim geldi artık, bu Pazartesi yani 5 Aralık öğleden sonra İstanbul'a doğru yola çıkacağım. Bunca sene bana arkadaşlık eden, sokaklarını ezbere bildiğim dostumdan ayrılıyorum. Seni hiç unutmayacağım dostum, unutmam mümkün mü zaten. Beni kabul ettin, sözümü bir kere bile kesmeden dinledin beni, gözyaşlarıma tanıklık ettin, sevinçlerime ortak oldun. Gündüzleri gipgri giyinsen de, geceleri ne yıldızlarını esirgedin benden, ne de Ay'ını.
Huysuzluğum üstümde senden ayrılacağım için, ama geleceğim yine seni görmeye.

Ben buradayken nelere tanıklık ettik seninle bir düşüneyim: iki genel seçim, iki nüfus sayımı, bir başkanlık seçimi, bir ya da iki yerel seçim, 'marriage equality' referandumu ve kabul edilişi, bir sürü noel tatili, cadılar bayramı ve St. Patrick's Day, Howth'ta yaşarken muhteşem bir kar yagışı, sayısız yağmur ve fırtına, daha az olsa da güneşli günler, bir sürü konferans, konuşma, ders.

Çok zor, güzel ve hüzünlü Dublin'im senden ayrılmak, şimdiden gözlerim dolu dolu, kendime söz verdim ayrılırken drama yaratmayacağım diye. Biliyorum gizli gizli ağlayacağım kimseler görmeden beni, sözünü de fazla etmeyeceğim, dillendirmeyeceğim seni, sırf özleminle başedebilmek için. Seni benden daha az tanımış insanları hüzünle dinleyeceğim sanki seni hiç tanımamış, sevmemiş gibi!
Seni seviyorum arkadaşım Dublin, hoşçakal!



Dublin, 03.12.2016

Hüzün

Bu kavram, bu duygu bir türlü peşimi bırakmıyor, senelerce aklıma gelmiyor ama bir anda ve özellikle zayıf bir anımda beni yakalıyor. Hem gü...