20 Ekim 2016 Perşembe

İçimdeki Hapishane


Her yazımın bir esin kaynağı var, bu yazımın ilhamını Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'nden aldım. Uzun süredir aklımdaydı bu konu, daha çok yürürken düşünüyordum üzerinde ve kitabı okumaya başlayınca da yazma isteğim başedilemez hal aldı, okun yaydan fırlaması gibi düşüncelerim beynimden taşıp kelimelere dökülüverdi. Başlamadan önce biraz Pamuk'tan bahsedeyim. Onunla ya da yazdıklarıyla aramda özel bir bağ olduğunu düşündüm hep; nedeni de bildiğim yerleri anlatıyor, o anlattıkça eski anılar canlanıyor, onunla geziyorum bir zamanlar gezdiğim sokakları, onunla hatırlıyorum; hatırlatıyor bana geçmişimi ve aslında yaşadığım ne çok insanı ve olayı unuttuğumu.
İnsan beyninin oyunları korkutucu olabilir, olmayacak şeyleri olacak ya da olmuş gibi hissettirebilir, insanı hiç inanmayacağı şeylere inandırabilir, hayal ettirir. Düşünüyorum; unutamasak nasıl olurdu acaba? İnsan daha çok acılarını anımsıyor, mutlu anlar daha kolay unutuluyor. Geçmişimizde ne hep acı ne de hep mutluluk var ve eğer mutluluklarımızla acılarımız dengede olsa, yaşamaya daha 'ayık' devam edebilir miydik? Zayıflıklarımızla daha kolay yüzleşebilir miydik ve böylece daha sağlıklı bireyler olabilir miydik? Benim yanıtım neden olmasın, yani unutmak her zaman bir nimet değil bizim için, bu yüzden kişisel tarihimizin müzelerini kurmak gerek geç kalmadan. Bunun yolu benim için yazmak mesela, duygularımın, esinlerimin, düşüncelerimin müzesini kuruyorum yavaş yavaş - sonraları fotoğraf ya da video çekebilirim, ya da belki resim yaparım.
Uzun süredir beni saran bir duygu var, ne yaşarsam yaşayayım fark ettim ki beni bir sekilde buluyor ve ele geçiriyor. Bu duygu yüzünden geleceğimi düşünmek işkenceye dönüşüyor. Zaman içinde verdiğim tepkiler görece olumluya evrilse de, 'kendini kurban olarak görme' duygumla tam anlamıyla başa çıkamıyorum. Böyle hissettiğim zaman kendimi sevmiyorum, sonrasında kendine acıma, neden bu benim başıma geldi düşünceleri, serzenişleri beni yiyip bitiriyor. Oysa kabul etsem yaşadığım her ne olursa olsun herkesin başına gelebileceğini ve ego kalkanlarımı indirebilsem daha kolaylaşacak hayatım.
Neden kurban olarak görüyorum kendimi, ve neden tam da bu yüzden savaşma gücümü yitirip çaresiz hissediyorum? Neden ben ve diğerleri, neden ben ve hayat? Ne zaman ve nereye hapis ettim kendimi?
Müzemin içinde bir bina var: onun içindeyim, koskoca bir bahçesi var, ağaçlarla dolu bir kısmı, büyük bir kapısı var ve hafif bir yokuşu çıktıktan sonra ulaşıyorsunuz bu iki katlı binaya. Ben ilk katındayım, yaşları 3-6 arasında bir sürü çocukla birlikteyim orada. Sevilmediğim bir yer, sevilmediğimi, istenmediğimi hissettiğim, sevemedigim bir yer. Ve zorla yediğim yemeklerin olduğu, zorla öğle uykusuna yatırıldığım, gözlerimi kapalı tutarak kırpıştımaktan bir hal olduğum, uyuyor numarası yaptığım bir yer, ağladığım, aşı olmaktan korktuğum, yapayalnız hissettiğim bir yer burası. Başımızdaki uzun düz saçlı, zayıf kadın beni sevmiyor. Aklımda kareli kloş etek ve beyaz bır gömlek giymiş haliyle kalmış.
İsmini dahi anımsamadığım bu kadının annem babam hakkında konuştuğunu duyuyorum ve üzülüyorum, acı cekiyorum bu yüzden. Beni sevmiyor ve anne babamı da sevmiyor. Mutsuzum hem de çok mutsuzum, çocuk halimle mücadele edemiyorum, sesim çıkmıyor, konuşamıyorum. Öylesine içime kapanığım, hep sıkılıyorum, boğuluyorum, Sanki hep başım önümde oturuyorum, kendimi o kadar zorluyorum ki kurdeşen döküyorum. Sırf o kadın beni sevsin diye sessiz oturuyorum, oyun oynamıyorum, yaramazlık yapmıyorum, yeter ki beni sevsin, yeter ki annemle babamı sevsin, onların arkasından konuşmasın, ama o aldırmıyor, beni görmüyor ve konuşuyor, konuşuyor.
Utandırıyor beni oradakiler, bizimkiler de çok yardımcı olmuyorlar. Herkesin annesi babası çocuklarını almaya geliyor benimkiler hariç, bekliyorum onları, ağlıyorum yanıma kimse gelmiyor. Sanki herkes acıyor bana, ben de onların, o kadının, annemle babamın, abimin kurbanı oluyorum, bir türlü mücadele edemiyorum.
İçimdeki hapishanem bana kendisini hatırlatmaya devam ediyor başka başka olaylarla. Nasıl kurtulurum bilmiyorum! Gözlerimi kapatıyorum ve şunu hayal ediyorum: duvara yaslanmışım, her yer günlük güneşlik, önümde masmavi bir gökyüzü uzanıyor, göğsümü açıyorum bir sürü güvercin çıkıyor, göğe doğru uçarak uzaklaşıyorlar, onlar uçtukça siyah olan güvercinler beyaza dönüyor.
Bu bir hayal ve ben şunun farkındayım siyah da olsa o güvercinleri sevmeliyim, hepsinin gözlerinden öpmeliyim ta ki hepsi bembeyaz oluncaya kadar.
Dublin, 19.10.2016



9 Ekim 2016 Pazar

BARIŞ

Ankara Barış Miting'inde insanlar öleli dolu dolu bir yıl oldu. Nasıl bir ironidir ki barış mitinginde saldırı oldu ve insanlar katledildi; kalplerimizi yaralayarak bir daha dönmemek üzere gittiler. Bugün yazmak istedim özlemini çektiğim, bir türlü başaramadığımız, elde edemediğimiz güzel 'sözcük' BARIŞ hakkinda. Zor olsa da Barış'ı sağlamak, kalemimim yetttiğince anlatmaya çalışayım karşıtıyla birlikte Barış'ı ve Barış'ın felsefesini.
Barış savaşa yol açmaz ama düşünsel varlığını savaşa borçludur. Evet, savaş olmasaydı hiçbirimiz Barış'ı düşünmeyecek, Barış ı özlemeyecek, Barış'ı umut etmeyecektik. Barış'ın var olması için tarafların uzlaşmaya gönüllü olması, birbirinin varlığını tanıması ön koşuldur. Uzlaşı tarafların eşit haklara sahip olduğunun farkında olması halidır. Bir taraf diğerini eşit görmüyorsa, yani üstün görüyorsa diyelim, Barış'ın sağlanması olanağı yoktur. Tarafını üstün görmek ne pahasına olursa olsun haklı olduğunu düşünmeye yol açar ki dediğini yaptırma, manipule etme, küçümseme, zorlama gibi savaşa yol açacak duruma getirir tarafları. Barış için empatik olmak gerekir; ötekinin gözleriyle bakabilmek, ötekinin acısını hissetmek ve isteklerine hak vermek. Savaş ve çatışma olduğu sürece Barış umuttur, özlemdir, özlenendir. Barış'ın olduğu yerde savaş olsun diye umut edilmez. Barış'ın doğasından gelir yapıcılık, var etme, sevinç ve yaşam, savaş ise yıkımdır, yok oluşdur, acı ve ölümdür. Barış gülen bir çocuksa, savaş eli sopalı bir yetişkindir.
Mavi göklerde uçan bir kuştur Barış, hep üstümüzde uçmasını dilediğim. Gün olur da biri yakalarsa incinmesini istemediğim umudum, o hep uçsun ki güzelliklerinı dört bir yana dağıtabilsin.

Dublin, 09.10.2016

Hüzün

Bu kavram, bu duygu bir türlü peşimi bırakmıyor, senelerce aklıma gelmiyor ama bir anda ve özellikle zayıf bir anımda beni yakalıyor. Hem gü...