28 Haziran 2013 Cuma

Çocuk Gibi Olmanın Neresi Kötü?

Televizyonda oldukça popüler bir yarışma programına gözüm takıldı. Yüz kişiye sorulmuş ve beş popüler yanıt aranıyordu; "çocuk gibi" ile başlayan eylemleri bulmaları isteniyordu yarışmacılardan. Yanıtlara dikkat ettim hep olumsuz anlamlar taşıyordu: çocuk gibi ağlamak, çocuk gibi küsmek, çocuk gibi mızıkçılık etmek, çocuk gibi inat etmek, çocuk gibi yemeğini dökmek vs. Bunları çoğaltmak mümkün, aklıma gelen bir tanesi 'çocuk gibi meraklı olmak' mesela.
Anladığım çocuk olmak değil de sanki 'çocuk gibi' olmanın eleştirilecek bir yönü bulunması. Bunu fark edince bir tuhaf hissettim, çocuk gibi olmak, çocuk gibi hareket etmek olgunlaşmamış olmanın belirtisiymiş demek ki. 
Oysa çocuk gibi ağlamak, hem de içini çeke çeke, salya sümük, gibisi yok bana göre.
Çocuk gibi küsmenin nesi yanlış? Birine küsüp bunu dürüstçe göstermeyi içten içe bilenip yine de karşındakine gülmekten yeğ tutsak ne güzel olur. Ne tasa kalır içimizde, ne üzüntü, ne de sinir. 
Diyelim ki bizzat haksızlığa uğradık; itiraz edip çocuk gibi mızıkçılık edebilmek kadar onurlu birşey var mı? Hele bir de bunu hiç tanımadığımız bir kişi haksızlığa uğradığında yapsak alabildiğince mızıkçılık etsek ya.   
Bir kararda inatçı olmak, bir idealin peşinde koşmak, kim ne derse desin bir şeyi başarmak için sebat etmek güzel bir özellik değil mi? Sonucu iyi de olsa, kötü de olsa buna katlanacak olgunlukta değil miyiz? 
Üzerine çocuk gibi yemek dökmek yemek yapanı onurlandırmaz mı?
Bu benzetmeler içinde sanırım beni en çok rahatsız eden çocuk gibi meraklı yaftalaması. Bu  sözde hep bir ötekileştirme, inceden inceye bir küçümseme hissetmişimdir hep. Aslında bunun nedeni karşınızdakileri rahatsız etmenizdir sorularınızla, kimi bunalır sorulardan, kimi yanıtlarını bilmez, kimi düşünmek, kafa yormak istemez. Tepkisini de kolaya kaçarak gösterir ve 'çocuk gibi' yaftasını yapıştırır. Soru sormak, yeni şeyler öğrenmek için çocuk gibi olmak gerekiyorsa ben hiç büyümek istemiyorum. 
Yaratıcılığın, keşfetmenin yolu çocuk olmak da, ee büyüdük, dünyayı da kirlettik bırakın da bari 'çocuk gibi' olalım.      

21 Haziran 2013 Cuma

Direnişin İzleri

Gezi Parkı direnişi öyle izler bıraktı ki hem Dünya ve Türkiye'nin sosyal tarihinde hem de kişisel tarihimizde. Bunu zaman geçtikçe çok daha iyi anlayacağız. Zaten aksi düşünülemez herhalde. Park'a gidip gitmemek de önemini yitirdi; annem gitmek istedi oraya, gidecektik de birlikte, ama olmadı. Bakıyorum o da artık bambaşka bakıyor olaylara, her sabah merakla gazeteleri okuyor neler olup bitiyor diye. Konuşuyoruz, tartışıyoruz her gün. 
Ben iki kez gidebildim, her gittiğimde mutlu oldum.Yeni arkadaşlarla tanıştım, onlarla konuştum, fikir alışverişinde bulundum özgürce.
Park bir ütopik ada'nın çok daha ötesinde bir anlam taşıyordu, Thomas Moore'un, Tomasso Campanella'nın yarattığı mülksüz, sınıfsız toplumların ete kemiğe bürünmüş haliydi Park. İşte buydu sermaye sahiplerini ve onları destekleyenleri de korkutan.
Direnişin bir lideri yoktu, kimse kimseye biat etmedi, ululamadı, 'önderimsim, liderimsin, babamsın, sen olmazsan ben olmazdım' demedi. Direniş kendi dinamiğini yarattı, kimse aç kalmadı, paraya ihtiyaç duymadı.
Tek bayrak, tek dil, tek din altında toplanmak değildi problem. Bayrak da, dil de, din de insanın kendisi oldu, etiyle kemiğiyle insanın kendisi. Hatırlıyorum daha önce de bir sürü markayı protesto ettik geçmişte. Hiç birinin nedenini hatırlayamıyorum bile. Büyük olasılıkla milliyetçi duygularla yapılan portestolardı bunlar, evrenselliği yoktu. Bu yüzden hatırlamıyorum. Ama şimdi 'starbucks'a gitmem, kızılkayalar'ın önünden geçmem' diyor insanlar. Çünkü canları yandı, nefes alamadı, insanlığın nasıl ayaklar altına alındığına birebir şahit oldu. Sermaye sahiplerinin acımasızlığını canı yanarak deneyimledi. 
Öte yandan yalnız değildi Direniş, dünyanın her yanından insanlar 'Solidarity to Turkey, Solidarity to Gezi Parki' diye haykırdı.
Değişim, değişmek zordur, sancılıdır ama güzeldir. Hiç birşey bir günde, bir haftada olmaz. Önümüzde daha uzun bir yol var, ama bu yol umut dolu. Artık her yeni günde daha umut dolu uyanıyoruz, korkmuyoruz, gücümüzün farkındayız artık. 
Her düşündüğümüzün artık doğru olmadığını biliyoruz, sorguluyoruz. Üzerinde Diyarbakır yazan tomaları görünce anladık Doğu'daki insanların neler çektiğini; anladık medyanın bizi nasıl uyuttuğunu bu güne kadar. Sosyal medyayı nasıl kullanmamız gerektiğini anladık, her yazılana eyvallah dememeyi öğrendik.
Ben kendi adıma artık yalnız olmadığımı biliyorum, benim gibi düşünen bir kaç kişinin olmadığını biliyorum artık. Yeni dostlar edindim, bazı dostluklarımı perçinledim, bazı insanları da elemek zorunda kaldım hayatımdan. Kalbim şimdi her zamankinden daha güçlü atıyor tüm yoldaşlar için, tüm insanlık için. Yol uzun, taşlı, topraklı, ama umut dolu, güzelliklerle dolu. Bazen koşacağız, bazen duracağız, ama hep ileri hep ileri.
Sevgilerimle

    

Hüzün

Bu kavram, bu duygu bir türlü peşimi bırakmıyor, senelerce aklıma gelmiyor ama bir anda ve özellikle zayıf bir anımda beni yakalıyor. Hem gü...