Uzun zamandır yazmıyordum. Bu konuda yazmayı geçen sene sonunda planlamıştım ama bir türlü olmadı. Klasik başlangıcımla yazıma başlıyorum: yazımın ilhamını 'Sami Blood' filminden aldım.
Sami Blood (Sameblod) diyaloğu az, sessiz bir film. Her sessiz film gibi filmi izlerken kendi düşüncelerinizle başbaşa kalıyorsunuz, yüzlere, yerlere baktıkça kendi içinize dönüyorsunuz.
Filmde Sami ırkından gelen Elle-Marja'nın yaşamına kesitler halinde tanıklık ediyoruz. Elle-Marja kendisi gibi aynı ırktan olan arkadaşlarıyla birlikte yatılı okulda eğitim görürken, İsveç'in asilime politikasi doğrultusunda ırkçılığa maruz kalıyor (filmin başrolünde oynayan yine Sami ırkından olan Lene Cecilia Sparrok bir röportajında filmi çekerken vücut - boy, kilo, burun, yüz, kol uzunluğu - ölçülerinin alındığı sahneyi çok zorlanarak oynadığını soyler.).
Lena belki üstün olana gıpta etme duygusuyla, başka biri olmanın, hor görülmeyeceği başka bir yaşamın özlemini çekiyor, yani bir İsveçli olmanın, İsveçli gibi yaşamanın ozlemini.
Filmin sonunda görüyoruz ki Lena-Marja yaşlanmış, belli ki istediği yaşama kavuşmuş ve doğduğu topraklara torunlarıyla birlikte bir yakınının cenazesi için geri dönmüş.
Lena-Marja mutlu bir yaşam sürmüş müdür, bilmiyoruz kesin olan şu ki amaçladığı hedeflerine ulaşmış, ama yüzündeki hüzün, bir çok sözcüğe bedel.
İnsan geçmişini, geldiği yeri ne kadar reddederse reddetsin - fiziksel ya da düşünsel - yine de oraya geri dönüyor. Sanki yarım bıraktığı bir döngüyü tamamlaması gerekiyor, bir yere borcun var da artık ödeme tarihin gelmiş gibi ya da kaybettiğin bir yarını bulmak ve şanslıysan da tamamlanmak gibi.
Çekilen acıları, maruz kalınan ayrımcılığı, ırkçılığı ve haksızlıkları bir yüz, bir bakış, bir fotoğraf karesi, bir resim, bir cümle ya da bir film tüm sessizliğiyle gün yüzüne çıkarıveriyor.
Filmi izlerken en gelişmiş, en mükemmel, en güzel, en ornek gösterilen toplumun başka bir topluluğa yaşattığı zalimlikler beni öylesine derinden etkiledi ki uzun süre etkisinden kurtulamadım. Bir süre Lena'nin yaşadıkları, yaşamış olabilecekleri, hissetmiş olabilecekleri beynimin içinde döndü durdu.
İnsan yaşadıkça, öğrendikçe hiç kimseyi, hiç bir ülkeyi ya da oluşumu gözünde büyütmemesi gerektiğini öğreniyor. Roller, koşullar, düşünceler sürekli değişiyor, gelişiyor ve insan sessizliğin bazen en etkili güç olduğunu anlıyor.
İstanbul, 18.03.2019