22 Nisan 2016 Cuma

Karikatürleştiremediklerim


Kendini tanımla deseler, ilk söyleyeceğim şey ırkçılığa, ayrımcılığa, faşistliğe karşı olduğumu söylerim. Bu kendimi tanımlama şeklim insan sevgimin de - ve hatta canlı diyeyim - bir göstergesi aynı zamanda ve eşitliğimin ve adaletimin de.
Kendimi tanımladığım bu kavramlar Hitler'i düşündüğümde geçmişte, şöyle sorulara ve aslında savunmaya neden oldu, 'o da senin gibiydi benim gibiydi, neden böyle oldu ve niçin milyonlarca insanin ölümüne, yıkımlara neden oldu?'
Farkındayım yaşadığımın romatizm ve duygusallıkla yoğrulmuş bir çelişki olduğunu, doğruluğuna inanmadığın, insani olmadığını düşündüğün değerlerin en acımasız uygulayacılarından birine insani özellikleri yüklemek. 
Tabii işin içinde 'kötülügü' çözme istediği de var, anlarsam ve bilirsem korkum geçer ve mücadele edebilirim mantığı.
Son zamanlarda fark ediyorum - son iki üç senedir - herkesin belalar okuduğu, ölse de kurtulsak dediği diktatörlere çoğu zaman kızamıyorum, aldırmıyorum ve hatta gülüyorum. İster istemez sorguladım bunu ve düşündüm üzerine. Yanıtı hemen bulamadım ama bir gün gazetelerde bir kişinin insanlık dışı, kışkırtıcı beyanatını görünce, 'varlığı beni rahatsız ediyor ve onunla aynı dünyada nefes dahi almak istemiyorum,' dedim. O kişi bir diktator değildi ama diktatörün askeriydi, gözünü kırpmadan kan akıtacak, çocukları katledecek biriydi. O gerçekti, vukuatları ortadaydı, elinde silahı vardı, gözlerinde duygu yoktu, ve pis ve güç bende sırıtışı yapışmıştı terli suratına.
Neden bu askerden nefret ettim de diktatöre aldırmadığımı sorguladım sonra, şimdilik yanıtı şuydu: diktatörü karikatürlestirebiliyordum kafamda, karikatür olduğu için de ya acıyordum ya da aldırmıyordum, ama o yağlı suratlı askerini değil.         

Dublin 22.04.2016

21 Şubat 2016 Pazar

Chase

a mind attached to the wings of a pigeon
looking for a place that calls home



7 Şubat 2016 Pazar

Doktora Sınavı ve Kırılmış bir Kalp


Cok mutsuz oldugum surekli agladigim 2 gun gecirdim. Hayatimda cok buyuk bir yenilgiye ugradigimi dusunuyorum, icimde buyuk bir bosluk var. Her an aglayabilirim biliyorum, elimde degil, kontrol edemiyorum. Doktora sinavimi gecemedim alti aylik revizyon verdiler butun bu yasadiklarim o yuzden. Dort sene boyunca o kadar cok calistim, aci cektim ve savastim ki bu sonuc cok kotu bir sonuc olmasa da beni ruhen cok sarsti. Toparlanmaya calisiyorum, nesem yerine gelsin diye ugrasiyorum, basimi dik tutmaya cabaliyorum. Biliyorum onume bakmam lazim, bunu onume cikan ve asacagim bir engel olarak gorup hayatima devam etmem gerek.
Ote yandan boyle uzulup de aglamak cok saglikli, bazi seyleri sindirmek, yuzlesmek zaman alir, tepki gostermek, duygulari dizginlememek gerek. Tezime calisirken neler yasamis olabilecegimi benim gibi doktora yapanlar cok iyi anlayacaklardir, depresyon'a girip ilk kez ilac kullandim, stresten hipotiroid oldum, alerjilerim ortaya cikti, cok degil 3 ay once pityriasis rosea'dan muzdariptim. Danismanimdan hic destek gormedim, hatta bana en buyuk kostek o'ydu, kendimi yabanci bir ulkede reddedilmis, dislanmis hissettim.
Her seye ragmen pes etmeyi dusunmuyorum, sinav sonucunun raporu gelir gelmez calismaya baslayacagim ve gerekli degisikleri yapip tezimi beni sinav yapan akademisyenlere gonderecegim. Her sey guzel olacak inaniyorum.

Dublin, 7.2.2016

19 Ocak 2016 Salı

Yüzleşme


Her yazdığım yazida kendimden bir parça var, kaçamayacağim bir şey bu, her yazanın kaçamayacağı bir şey. Bugün düşündüm 'yazilarimda tüm çıplaklığıyla kendimi anlatabilirmiyim acaba?' diye. Başka zaman olsa buna yanıtım 'tabii' olurdu ama zor demek geliyor içimden şu anda. Kendimi anlatacağıma inansam da mutlaka ama mutlaka bir yalan söylerdim, bir şeyi idealize ederdim, özellikle de okunacağını bildiğim için.
Savunmam da şöyle olurdu: 'tüm çıplaklığımla insanların önüne neden çıkayım, neden en zayıf hallerime onları da ortak edeyim.' Ilk akla gelen ve klişe olmuş bir düşünce.
Ama bu klişenin arkasına sığınmayacağım sanırım, en azından bu son günlerdeki duygu durumum ömrüm boyunca çatışma halindeki beynimin ve ruhumun birbirlerini beğenmediğini açığa seriyor. Duygularımı dinlesem beynim ruhumu yiyip bitirir, beynim doğru olan bu dese ve sonrasında yanılsa ruhum bunun acısını ondan çıkarıyor. Hep çatışma, hep kavga, en cok da otobüse bindiğim zaman olur. Aklımdan hızlıca bir sürü düşünce gelir geçer, insanlara bakarım, çoğu zaman gizli gizli. Bazılarını kıskanırım özellikle de yanlarında arkadaşları varsa ve sohbet ediyorlarsa. Normal kıskanmak hele benim gibi yalnız bir insan icin. Hemen bir öykü yazarım haklarında, onlar hep mutludur ben ise mutsuz bu öyküde, şimdi evlerine gidecekler, aileleriyle sohbet edecekler falan filan. Hani şu anda neye sahip değilsem ve olmak istiyorsam onların sahip olduklarını düşünüp kıskanırım, Sonra kıskandığım için kendime kızarım ve aslında iyi bir konumda olduğumu düşünmeye zorlarım kendimi. En cok da yalnızlığımı ne kadar çok sevdiğimi kendime hatırlatıp yoluma devam ederim.  

8 Aralık 2015 Salı

Ben ve Benler 'Aydın'ın hayali yüzleşmesi'


Nuri Bilge Ceylan'ın Kış Uykusu (Winter Sleep) filmini seyrettikten sonra yazdım.
  
Hani bir şıkışmışlık yaşarsiniz, nedensiz bir mutsuzluk çökmüştür üstünüze uzun zamandir, gitmek istersiniz ama gidemezsiniz. Zaten nereye gideceğinizi de bilmezsiniz ve ne yapmak istediğinizi de. Düşünüyorum bu ruh halinin nedenlerini: belki büyük şehirde yaşamak tüketiyor hepimizi, umursamadan, umursanmadan ve eleştiri odaklı yaşamak belki de nedeni.
Bilmiyorum, yerimi degiştirsem de sanirim ben ayni benim, özellikle de ruh hallerim. Eksikliklerim, zaaflarim, güçlü yönlerim aynı, yine alınganim, yine seviyorum yalnızlığımı, yine kırılıyorum ve yine bir çocuk gibi mutlu oluyorum. Değişen bir sey yokmuş gibi geliyor görünürde.
Belki bu şıkışmışlık duygusu kendini beğenmemekten kaynaklanıyordur, hani kabul etsem bir şeyleri, su akar yolunu bulur desem kolaylaşacak her şey. Salıvermek bir anda hoş olmaz mi, zorlamamak, hayır illakı benim dediğim gibi olacak dememek.
Ama bu duyguyu benim yarattigim kesin. Çok mu elitist davranıyorum acaba? Hani böyle bir burnu büyüklük hali, ben ve diğerleri durumu, ben haklıyım biliyorum bu yüzden beğenmiyorum kimseleri duygusu. 
Elitist olmak o kadar da kötü bir şey olmasa gerek, hem canım ne zaman kendime ben elitistim dedim ki. 'Ben elitistim' diyebilir miyim zaten, hakaret olur bu benim insani yanıma. Öyle bir insan sevgisi var ki içimde o beğenmeyen halime diz çöktürüyor zaman zaman, gözlerim doluyor, içim şefkat duygusuyla dolup taşıyor. En cok da yalniz olduğumda, karanlıkta, yatağıma uzanmışken bu halim gelir beni bulur, içimi çeke çeke ağlarım ve nasıl uykuya daldığımı bile anlamam.
Elitist olmak insani olmayan yüzüm mü yani benim? O benim ama olmak istemediğim ben miyim? Suç mu klasik müzik eşliğinde kahvemi içerken etrafima bakınmak, kendi penceremden olayları değerlendirmek. Hayatın içine karışmayı istememek, ne bileyim elektrik faturasını yarın yatırmam lazım diye paramı denk getirme telaşını anlamsız bulmak ve hatta bu telaşı anlamamak mesela suç mu? Anlamak isterim hayatın içinde olmanın nasıl bir şey olduğunu ama şimdi değil ya da belki de istemiyorum. Küçük sorunlarla uğraşamayacak kadar büyük dertler var bu dünyada, elektrik faturası, kira, cocuğun eğitim masraflari o kocaman dertlerimin yanında ufak kalıyor. Düşünüyorum da yazmak istediğim kitabıma bile başlayamadım henüz.  
Peki neye ihtiyacim var benim, neden mutsuzum? Şu kendini reddetme durumunu yeniden gozden geçirmem gerek sanırım. Bende kaç tane ben var? Mesela, yaşamak için öldürebilirim evet öldürebilirim o çok sevdiğim hayvanlardan birini, sadece hayatta kalmak durumda olsam yaparım herkes gibi. Bir film vardi, gerçek bir olayı anlatıyordu: uçak bir dağin tepesine düşmüstü ve çok soğuktu. Hayatta kalanlar arkadaşlarını yemişti yaşamak için. Şimdi bunu yapanlar senden benden daha mı az insandı? Sanmıyorum, bu noktada genel geçer ahlaki değerlerle kimse kimseyi yargılayamaz. Doğrusu yanlışı yok bu olayın, ya da siyah ve beyaz kadar keskin değil ayrımlar.
Yolda bir martı görmüştüm uçamıyordu ve ölecekti, gözlerim dolu dolu olmuştu o zaman, hatırlıyorum ve şimdi diyorum ki gerekirse öldürürüm hayatta kalmak için. Evet, kabul ediyorum hep çelişkilerle dolu hayatım, bir dolu ikiyüzlülüklerle dolu davranışlarım.
Ne istiyorum ben? Sevilmek istiyorum galiba, sadece sevilmek, sınırsızca sevilmek, karşılık beklemeden sevsinler beni istiyorum; sevdiğimi kibrim yüzğnden söyleyemesem de sevilmek istiyorum. O yuzden de gidemiyorum bir yere, uzaklaşamiyorum alıştıklarımdan alışkanlıklarımdan. Güven duygusuna ihtiyacim var, risk alamam, sevilmek icin yeni insanlar arayamam, buna gücüm ve enerjim yok. Olduğum yerde kalıp çevremdeki insanlarin beni sevmesine izin vermekten başka bir seçeneğim yok benim. Ne pahasına olursa olsun olduğum durumu korumalıyım, 'anne rahmi'nden hiç ayrılmamalıyim hep sevilip şımartılmalıyım ve gerekirse yaşamak için hayvani iç güdülerimle hareket etmeliyim.
Edilgen bile olsam hayata karşı, acı da verse en azından param var sevgimı satın aldığım.

Istanbul, 12.08.2015 


            

15 Şubat 2014 Cumartesi

Dublin'den bir yaşam güzellemesi


Öyle çok yağmur yağıyor ki buralara bu sene, bir de rüzgarla dans etmeye başlamaya görsün iliklerinize kadar hem üşütüyor hem de ıslatıyor.
İlk geldiğim zamanları hatırlıyorum, nasıl ıslandığımı, ama bundan zevk aldığımı. Burada yaşamak için yağmuru sevmeniz gerek, bulutlarla hem de kara kara, gri gıpgiri bulutlarla dost olmanız gerek. Günlerce mavi gökyüzünü görmemeye katlanmanız gerek.
Diyelim ki sıcacık bir ofisiniz var. Dışarıda o bildik Dublin havası, ofisinizde oturmuş kahvenizi yudumluyorsunuz. Oturduğunuz koltuk size güç veriyor, o sıcaklık sizin kendinizi daha çok sevmenizi sağlıyor. İnsanlar gidip geliyor ofisinize, size bir şeyler soruyor. Arada 'hava' muhabbeti yapıyorsunuz onlarla ve 'ne berbat hava bugün, dün de böyleydi, bugün de böyle, üstelik yarın da böyle olacakmış,' diyorsunuz. Ama içiniz rahat, ne yağmur etkiler sizi ne de rüzgar, ofis sıcak, kahveniz elinizde, daha ne olsun!
Maalesef böyle düşünüyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz demektir. O yağmur, o rüzgar sizi mutlaka yakalayacaktır, onlardan kaçmanıza imkan yok burada. Ofisin penceresinden bakıp size rahatsızlık veren, yaşamınızı olanaksız kılacağını hayal ettiğiniz yağmur ve rüzgar bambaşka şeyler hissetmenize neden olacak güvenin bana.
Önce deneyimlemediğiniz için ince bir yağmurluğun yeteceğini ya da şemsiyenin sizi koruyacağını düşüneceksiniz. Yollarda oraya buraya atılmış ve parçalanmış şemsiyelere anlam veremeyeceksiniz en başta. Yolda yürümeye başlayacaksınız rüzgar bir arkadan esecek bir önden, ya koşturacak sizi ya da yürümenizi engelleyecek. Yağmur her yerinizi ıslatacak, çantanızın içi bile su dolacak, elinizde kağıttan bir paket taşıyorsanız lime lime olacak, yolda içindekiler yerlere dökülecek. 
Tabii akıllanacaksınız bu deneyimi yaşadıktan sonra. Biraz daha korunaklı olmaya özen göstereceksiniz biraz daha uzun yağmurluk, elinizde plastik bir poşet ya da satın aldığınız muşambadan bir alışveriş çantası taşıyor olacaksınız. Ama o yağmurluk da yeterli olmayacak yine ıslanacak her yeriniz eskiye göre daha az olsa da. Bu defa su geçirmez bir üstlük alacaksınız, suya dayanıklı değil ama su geçirmez olmalı mutlaka. Şimdi Dublin sokaklarında, caddelerinde rahatça gezebilirsiniz, içinizde şehrin müziğiyle birlikte ritme ayak uydurabilirsiniz kolayca. Ayakkabılarınız su geçirebilir çoraplarınız su içindedir ama ne gam, yağmur yağsın rüzgar essin isterseniz. Siz artık şehrin kendisi olmuşsunuzdur, hayatın tam içindesinizdir. Bilirsiniz Dublin'de ne yağmurdan kaçabilirsiniz ne de rüzgardan.          

Dublin 14.02.2014

13 Eylül 2013 Cuma

Who do you think you are? Watch your Language, I am Achilles!



I was introduced to Homer’s Iliad in my first grade at the department of Classics at Istanbul University. I remember as if it happened yesterday, how I was affected by the verses of the poet and the story. The epic starts with the following verses:
The wrath sing, goddess, of Peleus' son, Achilles,
that destructive wrath which brought countless woes upon the Achaeans,
and sent forth to Hades many valiant souls of heroes,
and made them themselves spoil for dogs and every bird.[1]
Well, this is neither the story of Achilles nor of the Greeks or the Trojans but the story of the ‘recusant’ rage of Achilles, the son of Peleus. Now, the Greeks should also cope with his rage which becomes the main persona of the epic, along with the Trojans.
            Why is Achilles in a rage? The Greek army is cursed by Apollo. For Agamemnon, the king of men, refuses to give back the daughter of a Trojan priest of Apollo although the ransom offered and keeps her as a captive. Achilles summons all the Greek commanders to discuss the problem. The solution would be solvable if Agamemnon, the chief of the leaders, were not so arrogant and accepted to give Chryses back to her father. Agamemnon is finally obliged to return the poor girl to the priest in exchange for taking Achilles’ captive, Briseis. Achilles’ daring and witty speech drives Agamemnon out of his mind and he never intends to take a step back, losing one captive but getting another one in return.
            The tension between them escalates and Achilles makes his famous speech: he is not in Troia to fight against them for the Trojans have done wrong to him; the Troians never stole his cattle or his horses. He, in fact, has nothing to do with the Troia and the Trojans except that he is here to get back Helene for Menelaus and for Agamemnon; however Agamemnon tramples over this and only cares about the prize he will get. This speech is, according to me, is the most crucial moment of the epic. After that, Achilles retreats into the deep silence and remains inactive to death. Not a gift nor a friend persuades him to fight against the Trojans at all until his beloved friend, Patroclus is killed in a battle.
            Well then, what is the importance of Achilles’ speech? It is a clear manifestation of an intentional protest against authority, and its content is never out of date: It wouldn’t be a  surprise that at least one soldier must have asked himself once what he is doing in Afghanistan or in Iraq, what benefit does that war do to him, and so on.
            Moreover, Achilles is the first hero in Greek mythology, who knowingly throws himself in the fire even before Prometheus rising against the gods and stealing fire for humanity. Prometheus is a symbol of intelligence and has metaphorically been honoured as a pioneer of civilisation. On the other hand, Achilles has not been appreciated enough because of his anger and rage.
            Now, let this short writing dignify his anger and all good and anger people who work for humanity against all the odds and let the readers fit this story into the right place.  
Best wishes,
Nilufer
Dublin, 13.09.2013

Hüzün

Bu kavram, bu duygu bir türlü peşimi bırakmıyor, senelerce aklıma gelmiyor ama bir anda ve özellikle zayıf bir anımda beni yakalıyor. Hem gü...